Sayfalar

Blogumuzda, eğitim öğretim ve genel kültürel yazılar bulacaksınız.
Matematik üzerine yazılar bulacaksınız.

İzleyiciler

15 Mart 2010 Pazartesi

AVATAR FİLMİ YORUMU

Film Eleştirisi, Yorumu
AVATAR
Tuncer Aşkan
Teknolojinin gelişmesi film dünyasını da değiştirdi. Hem film yapımı adına hemde izleyiciler adına durum çok farklı.
 Biz, izleyiciler adına olan yanından bakalım.Genellikle ince uzun sinama salonlarında, tahta iskemlelerde, kocaman  beyaz perdede izlediğimiz filmlerin tadını hep anımsarız. 
Bugünün sinama salonlarınında çok başka bir tadının olduğunu bilelim. Ben 3D teknolojisinin başarıyla kullanıldığı sinama salonlarında pek film izlememiştim. Avatarı böyle bir salonda izlemeyi düşündüm ve izledim. 
3D teknolojisinin kullanıldığı salonlarda filmi izlemek yerine yaşıyorsunuz denilebilir. 
Gelelim Avatar’a
Avatar,  James Cameron’un senaryosunu yazıp, yönetmenliğini yaptığı, dev bütçesi ile dikkat çeken 3 boyutlu, animasyon,  aksiyon - bilimkurgu türünde bir film.
Cameron, Titanik ve Terminatör filmleri ile sinema sektöründe büyük yankı uyandırmış, 1954 doğumlu başarılı bir yönetmen. Senarist olarak başladığı kariyerinde James Cameron, bugün az sayıda fakat her biri yüksek gişe rakamlarına ulaşmış kült filmleri ile biliniyor.  Avatar ise bu başarılı kariyerin son meyvesi olarak karşımızda duruyor.
Sinema eleştirmenlerinin ve konuyla yakından ilgili izleyicilerin bildiği gibi “yüksek bütçe eşittir başarı” denklemi büyük bir yalandan ibaret. Zira sinema tarihi yüksek bütçesine rağmen fiyaskolarla sonuçlanan onlarca film ile dolu.

Avatar’ın Konusu Ne ?
Avatar 22 yüzyılda Pandora adlı bir uyduda yaşayan Na’vi adlı bir uygarlığı anlatırken; barışçıl mavi yaratıklar ile insanoğlu’nun çıkar çatışmasıyla heyecanlanan, na’vi-insan karışımı Avatar‘lar ile fantastikleşen, iki farklı yaşam formu’nun aşkı ile destansallaşan, klişe görünümlü fakat işleyişi ile ezber bozan, etkileyici bir konuya sahip.
Teknoloji’yi sanata çevirmekte oldukça başarılı olan Avatar, 3D’nin tüm nimetlerinden faydalanmış. Doyurucu görsel efektler ve bilgisayar modellemelerinde kendisini fazlasıyla hissettiren renk uyumu, filmi türünün örneklerinden ayıran başlıca özelliklerinden.
Avatar ayrıca klişe senaryo unsurlarını başarıyla faklılaştırmış. Örneğin klasik bir aşk hikayesi, Avatar gibi aksiyon-bilimkurgu tadında bir film için açıkça bir sac ayağı olmuş durumda. Duygusal öğelerin kullanımı ise Avatar‘ı, konusuna sadık işleyişinden koparmazken, izleyicide oldukça etkili bir dram hissiyatı uyandırmayı fazlasıyla başarıyor.


Avatar Devrimci Bir Film mi?
Herkes bir olaya kendi penceresinden bakıyor. Bu filmde teknolojinin kullanılması görsellik, sanatsal başarı bir başka yanı. 
Filmin vermek istediği mesaj ne? 
Kapitalist sömürü dünyasının Na’vilerin uydusunda bulunan zengin madenler için o uydunun doğal yapısını bozmak, orada yaşayan insanları ve kültürlerini yok ederek amaçlarına ulaşmak isteyi. Bu istek için de hertürlü teknolojiyi kullanmaları.
Buna karşılık Na’vilerin doğayla birleşerek bütün canlılar bitkiler ve hayvanlar ( asalında bunların bir  bütün olduğunu ve birbirini tamamladığını da güzel vurguluyor.) bu işgale karşı duruşu, ne pahasına olursa olsun direnişlerini ve zaferlerini  anlatıyor. 
Bilinen birşeyi daha da vurguluyor. En son teknolojiyle donatılmış silahlara karşın ok ve yayları ile karşı duruşu. Doğadaki bitki ve diğer canlılarla topyekün direnişin zaferini taçlandırıyor.
Basından okuduğumuz eleştirmenlerde filmin bu yanına değinilmiyor. 
Bilgi amaçlı bizim de verdiğimiz görsellik bütçe büyüklüğü vs... den söz ediliyor. Belirtildiği gibi bunları kullanan birçok yapıt oldu. Bu temayı bu şekilde işleyen Avatar bu açıdan da değerlendirilmeli.
Saydıklarımızın hepsi ve daha fazlası ile Avatar, izlenmesi gereken bir başyapıt sıfatını fazlasıyla hak eder nitelikte. Eğer siz de Avatar filmine gitmeyi düşünüyorsanız, vakit kaybetmeden biletinizi almanızı öneririz. 
Zira şu sıralar çoğu sinemada film kapalı gişe oynamakta.

EĞİTİM ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASI


EĞİTİM ÖĞRETİM  BİRLİĞİ YASASI (*)
 “ TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU “( 3 Mart 1924)

           Tuncer AŞKAN ( Eğitimci )
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Büyük Önder ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden yapılanması için bir çok devrimler yaptı. Eğitim Öğretim Birliği Yasası da bu devrimlerden birisi için çıkarılmış Cumhuriyet Devrim Kanunlarındandır.  Anayasamızda değiştirilemez diye bu kanunlardan söz edilmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerine dikkat edelim: ”Ülke mutlaka çağdaş,uygar ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu yaşam savaşıdır. Tüm özverilerin yararlı sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye ya yeni düşüncelerle donatılmış, namuslu bir devlet olacaktır veya olmayacaktır. Halk fazlasıyla yenilikten yanadır.Halk refaha kavuşmak, zengin olmak istiyor. Komşularının refahını gördüğü halde yoksul kalmak pek ağırdır. Gerici düşünceler besleyenler belli bir sınıfa dayanabileceklerini sanıyorlar, bu son derece yanlıştır. Gelişim yolunun önüne dikilmek isteyenler ezilmelidir. Yenileşme yolunda duracak değiliz. Biz bu gelişmelerin, uyumun dışında kalabilir miyiz?” ( Söylev ve Demeçler 3 Sf:68-72)
Mustafa Kemal ve arkadaşları bu amaçla bazı düzenlemeler yaparlar. Bu kanunlardan birincisi Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasına dair kanundur. (3 Mart 1924)
Bu kanunla Türkiye Cumhuriyeti’nde topluma ait işlerle ilgili hükümlerin korunması ve uygulanması TBMM ne verilmektedir.
Şeriyye ve Evkaf Vekaleti (bakanlığı) Osmanlı İmparatorluğu’nda şeriat ve vakıflara ait önemli bir bakanlıktı. Şeriat toplum hayatına yön verdiği için , dini hükümler, fetvalar bakanlık düzeyinde ağırlık ve işleve sahipti. Şeriatın devlet hayatında söz söylemesi ise Şeriye Vekaletini bütün vekaletlerin üstünde bir otoriteye sahip kılıyordu. Şeriye Vekaleti toplumun eğitimini yönlendirmesini ve genel olarak da din otoritesini , kendisine bağlı vakıflar aracılığıyla kurumsallaştırmıştı.
Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılmasıyla şeriatın genel kurmayı dağıtılıyordu. Aynı gün çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim birliği)Şeriye Vekaleti’nin en temel işlevi olan eğitimi şeriatın pençesinden kurtarıyordu.
Osmanlı döneminde medreseler kendi çağlarında iyi birer eğitim kurumlarıydı. Pek çok bilgin yetiştirmişlerdi. Fakat kendilerini değişen zamana uyduramadıkları için çağ dışı kaldılar. Bu dünyada yaşayacak olan insan bu dünyayı değil, bilinmeyen bir alemin efsanelerini anlatmaktan ileri gidemediler.
Medreseler bu mistik uykularında vakit öldürürken dünya ulusları bilim ve fende ilerliyordu. Osmanlı İmparatorluğunda başta medreseler olmak üzere, bütün eğitim kurumları Şeriye Vekaletine bağlıydı. Tanzimatın ilanından sonra batıdan yeni eğitim kurumları alındı. Bunların bazıları gerçekten bilimsel eğitim uyguluyorlardı. Böylece şeriatı esas alan medrese eğitimi, Tanzimatla gelen okul eğitimi ve azınlıkların kurdukları misyoner okulları olmak üzere üç kaynaktan yetişen kuşak arasında bir çelişme ve kargaşa doğdu.
Tanzimattan Atatürk devrimi’ne kadar geçen sürede her alanda  olduğu gibi öğretim ve eğitim alanında da ikilik vardı. Skolastik şeriatçı öğrenimle, ulusal ve müsbet öğrenim bir arada yürütülmek isteniyordu. Türkiye Cumhuriyeti ise temellerini ulusal ve laik eğitim sistemine dayandırmalıydı. Bunun gerçekleşmesi için de insanlarımızı yaşadığımız dünyadan soğutan, çağın dışına iten ortaçağ kalıntısı öğrenim yuvalarının tamamen kaldırılması gerekiyordu. Çünkü ümmetçi bir öğrenim ve eğitim ulusal duyguları engellemekte , hatta boğmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinde yepyeni bir Türk Devleti kuran Mustafa Kemal, Türk çocuklarını birbiriyle uzlaşmaz kamplara ayıran medrese - okul  ikiliğine göz yumamazdı. Çünkü o kökten yenilikçiydi.

Mustafa Kemal’in
 Eğitim Hakkındaki Görüşleri 
Mustafa Kemal 16.7.1921 de savaş süresi içerisinde eğitim kongresini açarken şunları söylüyordu:
“ Şimdiye kadar sürüp gelen okuma ve yetiştirme yanlışlıklarının ulusumuzun gerilemesinde en önemli neden olduğu kanısındayım.Onun için bir ulusal yetiştirme programından söz açarken, eski çağlardaki asılsız uydurmalardan, yaradılışımıza hiç uymayan yabancı düşüncelerden, Doğudan ve batıdan aşırma bütün etkilerden büsbütün uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir kültürü öne sürmüş oluyorum.” (S. ve Demeçler S.75)
Mustafa Kemal’in zaferini kutlamak için Bursa’ya gelen İstanbul’lu Öğretmenlere hitaben yaptığı Bursa Söylev’inde  de şunları diyor:27,10,1922
“ Bayanlar, Baylar!
Görülüyor ki en önemli ve verimli ödevimiz öğretim ve eğitim işleridir. Bu işlerde ne yapıp yapıp başarıya ulaşmamız gerektir. Bir ulusun kurtuluşu ancak bu yoldadır. Bu zaferin sağlanması için hepimiz tek can, tek düşünce, olarak belli bir program üzerinde çalışmamız gerektir.”
.....
“Ülkemizi bir sınır içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı ortasında  yaşayacağız. Bu yaşamada ancak bilim ile, teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bir insanının kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için başka bağ, başka koşul yoktur.
Akla uygun hiç bir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında direnip duran insanların ilerlemesi çok güç olur,belki hiç olmaz. İlerlemek yolunda bağları ve koşulları aşamayan uluslar  çağa uygun, akla uygun bir yaşam içinde olamazlar;...” (S. ve Demeçler s.87)
Büyük Önder’in milletin gerçek kurtuluşunun eğitimle olacağına ilişkin görüşleri daha kurtuluş savaşı yıllarında olgunlaşmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra bu düşüncelerini uygulamaya koyması gerekmektedir.


Öğretim Birliği Yasasına Doğru
Atatürk, açık ve seçik bir biçimde öğretim birliğinden 31.1.1923 de İzmir’de halka yaptığı bir konuşmada şöyle söz etmektedir.
“Milletimizin, memleketimizin irfan yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı, kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır.”
Öğretim birliği hakkındaki kanunun kabulünden bir yıl önce 1Mart 1923 te Atatürk, Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı açılış konuşması ile bu önemli konunun temelini atıyordu.Gerekli ortamın hazırlanmasını önererek  şöyle diyordu:
“Memleket evlatlarının ortaklaşa ve eşitlikle edinme ye zorunlu oldukları bilimler ve fenler vardır.Yüksek meslek sahipleri ve uzman olacakların ayrılabilecekleri öğrenim derecelerine kadar, eğitim ve öğrenimde birlik, toplumumuzun ilerlemesi ve yükselmesi bakımından çok önemlidir. Bu nedenle Şeriye Vekaletiyle  Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda düşünce ve çalışma birliği yapmaları temenniye şayyandır.”
Burada Atatürk’ün temel eğitimin herkese zorunlu olması gerektiği ve bütün memleket evlatlarının aynı temel eğitimi alması gerektiği düşüncesini görüyoruz.
1 Mart 1923 ten 1 Mart 1924 ekadar ki bir yıl içerisinde Atatürk’ün bu iki bakanlığın ortak çalışma yapmasını  istemesine rağmen, yapılmış bir ortak çalışma yoktur. Atatürk, kesin kararını vermiştir.
1 Mart 1924 te  Meclisteki açılış konuşmasında Öğretim Birliği’nin bir an dahi geciktirilmeden uygulanmasını, geciktirmenin ise memlekete büyük zarar getireceğini ileri sürer.
Bu konuşmadan bir gün sonra Halk Fırkası toplanır. Bu toplantıda konuşan Recep Bey, “Herkesin bütün öğrenim yuvalarının  Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması konusunda düşünce birliği içerisinde bulunduğunu ” söyler. 
Bu toplantıdan bir gün sonra 3 Mart 1924 te Vasıf Bey (Saruhan millet vekili) ve arkadaşlarının büyük millet Meclisine verdiği   Öğretim Birliği hakkındaki kanunun görüşülmesine geçilir.
maddeler üzerinde söz isteyen bulunmadığı için maddeler kanun önerisinde olduğu gibi tartışmasız kabul edilir.
Yasa’nın bazı önemli maddeleri:
*” Türkiye içindeki bütün bilimsel kurumlarda, öğretim kurumları Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.”
* “Şeriyye ve Evkaf vekaleti veyahut özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medreseler ve okullar, eğitim bakanlığı’na devredilmiş ve bağlanmıştır.”
* “Eğitim Bakanlığı yüksek diyanet uzmanları yetiştirmek üzere üniversitede bir ilahiyet fakültesi kuracak ve imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin yerine getirilmesi göreviyle yükümlü memurların yetiştirilmesi için de ayrıca okullar açılacaktır.”

Yasa Önerisinin Gerekçesi
Öğretim Birliği Yasası’nın gerekçesinde, amacın; ”Milletin düşünce ve duygu yönünden birliğini sağlamak” olduğu ifade ediliyor. Gerekçede daha sonra şöyle deniyor:
“ Çökmekte olan Osmanlı Saltanatı, Tanzimatı Hayriye devrinde öğrenim birliğine başlamak istemişse de bunu başaramamış ve tersine bu konuda ikilik bile yaratmıştır. Bu ikilik, eğitim ve öğretim birliği bakış açısından çok zararlı sonuçlar doğurdu. Bir milletin bireyleri ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye memlekette iki türlü insan yetiştirir... “(Tutanak der. C.7S.24 CDK dan)
Cumhuriyet hükümeti, Öğrenim Birliği Yasası’yla eğitimi tekeline alıyor. Devlet bu konuda rakip tanımak istemiyor. İkiliğe izin vermiyor. Cumhuriyet yönetimi eğitimin içeriğinin bir yanda şeriatçı eğitim, diğer yanda “bilimsel”, “pozitif” birleşik eğitim şeklinde parçalanmasını istemiyor.

Öğretim Birliği Yasası’nın
 Uygulanması 

Milli Eğitim Bakanı Vasıf Bey, bu kanun uyarınca medreseleri hemen kapatır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinin görüşülmesi sırasında şiddetli tartışmalar olur.
MEB  bakanı Vasıf Bey bu eleştirilere cevap verir. Dünyanın hiç bir yerinde ilkokul çocuklarına meshep esasına göre ders verilmediğini, belirterek medreselerin üst sınıfları hakkında bazı açıklamalarda bulunur.
“Medreselerin birkaç asır önce değerli adamlar yetiştirdiğini, uygarlığın bilimin gelişmesi karşısında, medreselerin kendisini yenileğemediğini, bu nedenle yüz elli yıldan beri iki ayrı eğitim sistemi uyguladıklarını belirtir.”
Medrese öğrencilerinin bazıları medreseyi iki amaç için kullanmaktadır.
Biri askerlikten kaçmak, diğeri ise medreseye ismini yazdırarak dışarıda sanatla uğraşmak. 18 bin kayıtlı öğrenci olmasına rağmen medreselerde 6 bin öğrenci olduğu diğerilerinin medreseye kayıt yaptırıp belge aldığını, sonra bakkallık, esnaflık yaptığını belirtmiştir.
Bazı millet vekilleri bazı mesleklere ait özellikle dini eğitim yapan okullar için orta kısmın ve lise kısmının kapa tılmamasını savunur.
Vasıf Bey, buna gerek olmadığını  askeri okulların bile Milli Eğitim’e devredildiğini , liseden sonra harbiyeye gidileceğini belirtir.
Milli Eğitim Bakanlığı, Öğretim Birliği Yasası’nın kabulünden sonra bütün medreseleri kapatır. Bazı yerlere İmam Hatıp okulları açılır. Bir süre sonra da İmam Hatıp okullarını da ortaokula çevirir.
Bakanlık bir taraftan da liselerle ortaokulların ve ilkokulların müfredat programlarında bulunan din derslerini kaldırarak, öğrenimi tamamen laik hale getirir.
Öğrenim Birliği kanunundan sonra,  birbiri ardınca yayınlanan muhtelif kanunlarla batıl itikatların, hurafelerin, muzır fikirlerin kaynaklarının kurutulması yönüne gidilir. Böylece yüzyıllardır Türkiye’de bireylerin bilimsel zihniyetle düşünmelerine engel olan ne varsa birerbirer ortadan kaldırılır. Türkiye’nin manevi havası temizlenmiş olur.
Fransız İhtilali 1789 da başladığı halde okullar nacak 1882 de yani 93 yıl sonra laikleştirilebilmişti.
Atatürk Devrimi ise Cumhuriyetin ilanından 4 ay sonra  öğretim birliği yasasını çıkarmış,  köklü ve süratle uygulanmasına geçilmiştir.
Atatürk, Milli Eğitim bakanlığı’nın denetimi altında bulunan bütün öğrenim yuvalarında nasıl bir eğitim verilmesini istiyordu?
“Eğitimdir ki ulusu ya özgür, bağımsız ünlü ve yüce toplum halinde yaşatır, ya da onu tutsaklığa ve yoksulluğa sürükler.
Eğitim sözüne herkes kendine göre, kendi amacına uygun bir anlam verebilir. Söz derinleşince eğitimin erekleri amaçları değişir: Dinsel eğitim, ulusal eğitim, uluslar arası eğitim vardır. Bütün bu eğitimlerin erekleri, amaçları da başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kuşaklara vereceği eğitimin , ulusal eğitim olduğunu bütün kesinlikle belirttikten sonra ötekilerin üzerinde durmayacağım bile. Yalnız ulusal eğitim ile ne demek istediğimi bir örnekle açıklamış olacağım.
Yeryüzünde üç yüz milyondan çok islam vardır. Bunlar ana baba, öğretmen  eğitimiyle yetişmekte , ahlaklı olmanın yollarını öğrenmektedirler. Ama acınacak gerçek şudur ki , bütün bu miliyonlarca insan şunun ya da bunun tutsaklık zincirleri  altındadır. Aldıkları eğitim , edinmekte oldukları ahlak , onlara bu tutsaklık zincirini  kırabilecek insanlık meziyetini verememiştir, veremiyor. Çünkü bu yığınlar ayrıca bir ulusal eğitimden geçmemiştirler.
....
Bir kere ulusal eğitimi ilke olarak aldıktan sonra onun dilini yöntemini, araçlarını da ulusal hale sokmanın gerekliliği tartışılmaz. Ulusal eğitimle geliştirilen, olgunlaştırılan bu kafaları bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, gereksiz saçma sapan inanışlar ve düşünüşlerle doldurmaktan da özenle sakınmak gerekir.”
Türkiye Cumhuriyeti temellerini ulusal, laik eğitim sistemine dayandırmalıydı. Bunun  gerçekleşebilmesi için de insanları yaşadığımız dünyadan soğutan, çağın dışına iten ortaçağ kalıntısı öğretim yuvalarının tamamen kaldırılması gerekiyordu. Çünkü ümmetçi bir eğitim ve öğretim ulusal duyguları engellemekte hatta  boğmaktaydı.


Cumhuriyet Döneminde  
Öğretim Çalışmaları: 
Öğretim birliği yasasının çıkmasından sonra bu yasanın uygulamasını getiren öğretim programları  hazırlanmıştır. İlköğretim 6 yıldan 5 yıla indirilmiştir. Bu gerekçeyle ilk ilköğretim programı 1924 yılında hazırlanmıştır.
1924 yılında ortaokul ve liselerdeki  öğretim programları da değiştirilmiştir. Bunun amacı Cumhuriyet yönetimine eğitimin uyarlanmasıdır.
1926 yılında eğitim programlarının ruhununCumhuriyet’in ruhuna uydurmak amacıyla köklü bir değişiklik yapılmıştır. Öğretim yöntemlerinin daha çağdaş hale getirilmesine çalışılmıştır.
Büyük değişme1929 yılında yeni Türk Harfleri’nin kabulü ile liselerden Arapça ve Farsça dersleri kaldırılarak gerçekleştirilmiştir. Ortaokul ve liselerde Türkçe ders programları yenilenmiştir. Türk Harfleri’nin kabulü ile hızla ders kitapları yenilenmiştir. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun çabalarıyla eğitim ve öğretimde hem dilde hem de tarih öğretiminde birlik sağlanmıştır.
1935 te o zaman mevcut olan fizik, kimya, tabiat ve matematik ders kitapları komisyonları kurularak öğrenci seviyesine göre uyarlanmış, dili Türkçeleştirilmiştir. Batı ülkelerindeki ders kitapları taranarak ulusal değerlerde dikkate alınarak ders kitapları yeniden yazılmıştır.
Bu yıllarda yapılan bu çalışmalarda öğretimde birlik sağlanmış, bütün vatan çocuklarının Atatürkçü düşünce doğrultusunda  laik Cumhuriyet’in ruhuna uygun olarak  yetiştirilmeye çalışılmıştır.
1939 a gelindiğinde 25 bin e varan bir eğitim ordusu, bir milyonu geçen bir öğrenci kitlesi vardır. 1939 lu yıllardan sonra Milli Eğitim Bakan’ı Hasan Ali Yücel’dir. 1940 yılında nüfusumuz 17 milyondur. Bunun 4 milyonu şehirlerde oturmakta 13 milyonu köylerdedir. 7-16 yaş grubunda 3 milyon 354 bin çocuk vardır.
13 milyon köy nüfusuna karşılık 370 bin köy çocuğu okumaktadır. 4 milyon şehir nüfusuna karşılık 415 bin çocuk okumaktadır. 
Bu yıllarda başbakan İsmet İnönü’nün de desteği ile Köy Enstitüleri kurulmuştur.  Bu enstitüler, Cumhuriyet kuşağının kurduğu dünya üzerinde örnek alınan bir eğitim hareketidir.
1997 yılı Unesko tarafından bu dönemin Milli Eğitim  Bakan’ı Hasan Ali Yücel yılı olarak ilan edilmiştir. 
Yücel’in yaptığı çalışmalar taktire değerdir.
Bu süre içerisinde hem öğrenim birliği sağlana bilmiş hem de bu yasayla birlikte cumhuriyet kanunlarının ruhuna uygun  atılımlar gerçekleştirilmiştir.
“Öğretim Birliği” yasası Atatürk’ün yaşamı boyunca, ölümünden sonra da tek parti süresince büyük ölçüde korunabilmiştir. Çok partili devreye geçildikten sonra oy kaygısından başka davaları olmayan birtakım politikacıların kurbanı olmuştur. 
Öğretim Birliği Yasası’na bağlı kalındığı süre içerisinde bilimde sanatta kültürde Atatürk ve Cumhuriyet sevgisiyle yetişmiş bir kuşak oluştu. Halkını ve yurdunu seven bu kuşak, Türkiye’yi bütün üçüncü dünyalıların ilerisinde,  birikimli insan gücüne ulaştırdı.


Geriye Dönüş:
Çok partili döneme geçince bazı politikacılar  oy ve iktidar kaygısıyla şeyhlere dervişlere yaslanmışlardır. Onların istekleri doğrultusunda Öğretim Birliği Yasası’nda zedelenmeler, tavizler baş göstermiştir. Okullara din derslerinin zorunlu olarak konması, İmam Hatip Okullarının açılması 1950 lerden sonra gittikçe artmıştır. Bundan sonraki iktidarlar döneminde de yıllarca bu konuda tavizler verilmiştir.
Bu gün çeşitli tekkelerde, dergahlarda tarikatların denetimleri altında binlerce gencimizin zihinleri köreltilmekte, dimağları öldürülmektedir.
Buralarda eğitim gören bu insanlar “ akılcı” deneysel ve düzenli düşünce eyleminden uzaktır. İnsan haysiyetine aykırı , ilkel ve hatta çıkarlarına aykırı her şayi kör bir imanla benimseyebilirler. Böylece akıldan, vicdandan ve insan sevgisinden uzaktırlar.
Şimdi oturup gençlerimizin tarikat dergahlarının kapılarında ne aradıklarını buralara neden sığındıklarını tartışmanın zamanıdır. Nasıl oldu da Cumhuriyet’in güzel saçları rüzgarlarda dalgalanan spor giyimiyle özgürleşmeyi temsil eden 19 Mayıs gençlik bayramlarında bağımsızlık bayrağını taşımanın onurunu duyan genç kızlarımız, gençlerimiz cinlerin dolaştığı tarikat yuvalarında tatmin olur hale geldiler.
Bunlar zorunlu din derslerinin, şeriatçı zihniyetin gençliği bilimin aydınlığı ile donatmaktan vaz geçmenin, yoksullaşmanın bir ürünüdür.
Bugün resmi olarak İmamhatip liseleri ve Anadolu İmamhatip liseleri adı altında 550 nin  üzerinde okul var.
Bu okullardaki  öğretim üyesi sayıs 16bin, öğrenci sayısı 105 bindir. İlahiyat fakültesi 24, öğretim üyesi sayısı 823, öğrenci sayısı 9970 tir. ( 2003-2004 öğrt.yılı) Bu okullar imam yetiştirmeyip şer i kurallara bağlı ,çağdaş cumhuriyetin yaşam tarzına ters düşen bir anlayışla insan yetiştirmektedirler.
Genelde liseden sonra üniversite tercihlerinde toplumun ve devletin üst kademelerinde görev alabilecek olan siyasal , hukuk, iktisat gibi alanlara yönelmektedirler.
Bu uzun süreçli bir sinsi politikanın ürünüdür. Amaç Cumhuriyet devleti kadrolarını elde etmektir, Üst düzey yönetim kadroları, kurum yöneticileri ilk etapta ele geçirilen makamlardır.  Kaymakamlıklar, valilikler elde ediliyor, hukuk,askeriye gibi etkin kamu yönetimlerini ele geçirmek çabası vardır.
Sonuç; Cumhuriyet yönetimiyle hesaplaşmaktır. Burada cumhuriyetçilere görev düşüyor. Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkılmalıdır...


Günümüzde Durum:
Günümüzde “ Öğretim birliği “ yasası zedelenerek  gerek resmi kurumlardaki laikliğe ve Cumhuriyet kanunlarına ters düşen fikirle yetiştirilen kuşakla, gerekse tekkelerde, kuran kurslarında tarikatların denetimleri altındaki okul ve vakıflarda yetiştirilen kuşakla  Cumhuriyete ve Demokrasiye, laikliğe bağlı toplum arasında  ikilik yaratılmış oldu. Bu gün bunun sıkıntısını toplum yaşamaktadır.
Öğretim birliği yasası, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla  ve diğer Cumhuriyet kanunlarıyla kurulan kişiliğini bulan  Türkiye Cumhuriylet’i bu devrimlerin karşıtlarınca yeniden bir tehtid ve saldırı karşısındadır. Adeta Cumhuriyet devrimleriyle ezilen yok edilmeye çalışılan şeriat, bunun karşılığını almaya çalışıyor. Kayıp ettikleri alanları yeniden elde etme çabasındadır.
Laik demokratik cumhuriyeti yaşatmak, çağdaş Türkiye’ye sahip çıkmak için “ Öğretim Birliği Kanunu” uygulanmalıdır. Bu kanuna ters düşen bütün kurum ve kuruluşlar hemen kapatılmalıdır.
İmamhatip okulları kapatılarak meslek liselerine dönüştürülmelidir.Tarikatların denetimindeki bütün eğitim kuruluşları MEB’e devredilmelidir.
Temel Eğitim kanunu uygulanmalıdır.Dünyada 12 yıl olan zorunlu eğitim süresi bizde de hemen uygulamaya geçilmelidir. Yetişen gençliğin bu süreç içerisinde kurslar vs ile farklı eğitim almaları yasaklanmalıdır.
Temel eğitimden sonra , meslek liselerine yönlendirme yapılmalı üniversite kapısında fazla yığılmalar önlenmelidir. Üniversite sınavı kaldırılmalıdır.
Devletin üst kademelerindeki şeriatçı, cumhuriyet karşıtı kadrolardan bu kurumlar temizlenmelidir.


Sonuç:
Öğretim birliği yasasıyla varılmak istenen amaç; laik demokratik toplumun bireylerini yaratmaktır. Bu yasa diğer cumhuriyet kanunlarıyla desteklenmiştir.
Öğretim Birliği Yasas’yla aynı günde çıkan, hilafetin kaldırılması  Cumhuriyet Devrimlerinden en önemli ikisidir.  Bu iki devrimle yeni Cumhuriyet hükümeti gerici orataçağ karanlığına ağır bir darbe vurmuştur. Bundan sonra sorun bu devrimleri yaşatmaktır.
Cumhuriyet elbisesinin içi bu kanunlarla doldurulmuştur. Bu kanunları ilkeleri çıkardığımız zaman boş bir elbise ayakta durmaz çöker. Bu nedenle bizim cumhuriyetimizin temel direkleri bunlardır. Yıllardır veri len ödünlerle toplumumuz zarar görmüştür.
Bu temel direklere sahip çıkmak savunmak Cumhuriyet aydınlarının görevidir.


(*) Eğitim Öğretim Birliği Yasası 
Bu çalışma ÇYDD nin bir semineri için hazırlanıp Maltepe Şubesinde sunulmuştur.ADD Genel Merkez Dergisi, Bilim ve Ütopya dergisi, Öğretmen Dünyası dergisinde yayınlanmış ve birçok yazıda buradan alıntı yapılmıştır.

6 Haziran 2009 Cumartesi

SBS 06/06/2009 Sınavı Hakkında

SBS 8. Sınavı Değerlendirmesi
Öğrencilerimiz sınavdan çıktılar biz de sınav sorularını alıp çözdük inceledik.
Genel bakış : Geçen yıl 100 tane birinci çıkması nedeni ile sorularla o kadar çok birincinin çıkmasını önlemek için daha seçici sorular koymuşlar. Bu kanı genel olarak bütün derslerde var.
Yanı sorular geçen yılki sınavlara göre daha zor sorulardı. Tam zorluk derecesini %100 kabul edersek Bu sınav % 70 civarında zordu, denebilir.

Matematik soruları A kitapçığına bakalım:

1. Soru Hangi sayı rasyonelsayı değildir? ( irrasyoneldir ?) demek istiyor. Cümleyi tersinden kurmuş mantık çalışımını ölçmek için!.. Kolay
2. Soru rasyonel sayılarda sıralama ve üslü işlem bir arada ( Güzel soru )
3. Soru kare sayılar, alanların her biri bir sayının karesi A) (156 Hariç)
4,5, kolay bilinen sorular 6 iki nokta perspektifidir. Kolay soru
7. Soru bir benzerlik sorusu güzel sorudur. Benzerlik uygulaması yapılabilen bir soru.
8. Soru üçgen çizilebilme koşulununun bir uygulaması a-b < >3=4br3+3br3+1br3 gibi.
10. Soru dikkatli okumak gerekir. Ciritin boyu verilmiş.
11. Fraktal ve üslü ifade var. Dikkat gerekir alan sorulmuyor en küçük karenin kenar uzunluğu 1/29
12.Kolay klasik soru, 13 kolay14 kolay küre sorusu çeyrek kürenin hacmi ni bul 5 le çarp
15. Güzel soru. Sorulan aritmetik ortalama en büyük olacak en çok sayı atan takımı verir. Attığı basket sayısı en az değişen takım yanı açıklıklar farkı küçük olacak demektir. (17; 3 olan)3 maçlarda en az atılan sayı ile en çok atılan sayı arasındaki fark demektir.
16 kolay. 17 işlemi çok iki bilinmeyenli bir denklem sorusu, ikibilinmeyenli denklem kurulur B+P=144 ve 50B+75P=8800 denklemleri çözülür.
18 güzel bir histogram sorusu91-25=66 açıklık 10 gruba böl grup genrişliği 6,6 buna en yakın tek sayı alınır yani grup genişliği 7 olacak (25-31) (32-38),(39,45) sonuncu en fazladır.
19 kolay.
20. Soruda cümle karışık verilmiş biraz. Daha dikkatli okuyunca ( x öğrenciye x er şeker = x.x olur.Diğer grup y öğrenci ise iki kare farkıdır. D

SORU ANALİZİNİ ŞÖYLE YAPABİLİRİZ.
AŞAĞIDAKİ YANITLAR A KİTAPÇIĞINA GÖRE YAPILMIŞTIR.

6 Haziran 2009 SBS 8 sınavı soru analizi (Matematik)











Soru No. Kolay Orta Zor Yanıtı Soru No. Kolay Orta Zor Yanıtı
1 x

C 11

x C
2 x

D 12
x
B
3
x
A 13
x
B
4 x

B 14
x
C
5 x

D 15
x
D
6 x

A 16 x

C
7

x B 17
x
B
8 x

D 18

x A
9 x

A 19
x
C
10 x

B 20

x D











SONUÇ:
Bu yılki sınav soruları biraz daha zordur. Bu nedenle belki beklediğiniz kadar yüksek net yapamamış olabilirsiniz. Ancak, bu herkes için geçerlidir. Gruba göre değerlendirme yapılacağından siz grubun üst sıralarında iseniz fazla sorun yok.
Geçen yilki sınav sonucu, okul başarı puanınız hepsi etkileneyici faktörlerdir. Bir sınav iyi gitmemiş bile olsa her şey bitmiş sayılmaz.
Başarılar






















































































24 Mart 2009 Salı

ÇEYREKLER AÇIKLIĞI NEDİR?

Çeyrekler açıklığı nedir?
7. Sınıf matematik konularından istatistik bilgileri verilirken , bir veri grubunun çeyrekler açıklığı nasıl bulunur. bölümü milli eğitim bakanlığının kitabında , bir tür işlemler için verilmiş diğer türü MEB yayınevinin yayınladığında yok. Evrensel yayınlarının MEB adına yayınladığı kitapta farklı bir anlatımla var.
MEB bu anlatıma ne demiş ? Onun izniyle yayımlandığına göre kabul etmiş demektir. Çünkü bu kitabı binlerce öğrenciye parasız ders kitabı olarak sunmaktadır.
Konuya girelim bir örnek vererek açıklamamızı yapalım:

ÖRNEK:
2,3 , 6, 9, 5, 10, 4, 2, 9, 8, 5 verilerinin oluşturduğu grubun çeyrekler açıklığını bulalım.

1. Adım: verileri küçükten büyüğe sıraya koyalım.

2, 2, 3, 4, 5, 5, 6, 8, 9, 9, 10

Ortanca terim, alt üçtan ve üst uçtan eşit uzaklıkta olan terimdir. Veya Q=1/2(n+1) inci terimdir. 6. terim yapar

2, 2, 3, 4, 5, 5, 6, 8, 9, 9, 10
ortanca terim( Medyan)

Alt çeyrek:
2, 2, 3, 4, 5 verilerinin ortadaki elemanı olan 3 tür.
Üst çeyrek:
6, 8, 9, 9, 10 verilerinin ortadaki elemanı olan 9 dur

Çeyrekler açıklığı: 9 - 3 = 6 bulunur.

Konunun bu durumunda bir problem yok açık ve net anlaşılıyor. Şimdi ikinci örneğimizi izleyiniz.

ÖRNEK:
3, 4, 5, 5, 6, 8, 9, 9, 10 veri grubunda çeyrekler açıklığını bulalım.
Önce ortanca terim bulunur. Q=1/2(n+1) = 1/2(9+1) = 5 inci terimdir bu da 6 olur

3, 4, 5, 5, 6, 8, 9, 9, 10
Şimdi alt çeyrek kaçtır?
Medyanın solunda
3, 4, 5, 5, elemanları var.
1. Mantıken medyanı bulur gibi (4+5):2=4,5 alt çeyrek,
8, 9, 9, 10 buradan, (9+9):2 = 9 üst çeyrek diyenler var.

2. Bakanlığın Everest yayınlarına hazırlattığı 7. sınıf ders kitabı sayfa:214 te diyorki, Medyandan küçük veriler çift ise bunlardan ortadakilerden küçük olanı yanı (4 ve 5 ten 4) üst tarafta da ortada çift olanlardan yüyük olanı üst çeyrek olur. Buradan (9, 9 dan sağdaki 9) anlamındadır. çeyrekler farkı 9-4 = 5 bulunur.

3. Bu ise istatistik biliminin gerektirdiği açıklamadır:
Alt çeyrek Q1=4+1/4(5-4)= 4+0,25=4,25 2 terime 2 terim ile 3 terimin farkının 1/4 ü eklenir
Üst çeyrek:Q3= Moddan büyük olan kısımdaki üstk grubun ortasındaki iki sayıdan küçük olan +1/4( Büyük olan - küçük olan alınır.)
Bizim örneğimizde Q3=9+1/4(9-9) = 9 bulunur.
Çeyrekler farkı Q3-Q2 =9-4,25 =4,75 tir.


Yorum: a) MEB ikinci duruma bu sınıflardaki öğrencinin seviyesini aşar diye girmemiş olabilir yalnız basit durumu için örnekle konuyu açıklamış.
b) MEB izni ile yayımlanan Everest yayınlarının kitabındaki çözüm şekline bu durumda MEB neden müdahale etmedi izin verdi? Demekkki izin vermekle bu yorumu da kabul etmiştir. Ede bilir mi YŞaklaşık bir değer verdiği için edebilir. Çünkü bu seviyedeki öerenciler için daha da fazla detaya girmek öğrencinin kafasını karıştırabilir!...
Fakat bunu öğrenen öğrenci ileri sınıflarda başka bir yöntem verdilince onu kabul edecek mi ?
c) verilecekse doğrusu verilmeli verilmeyecekse verilmemeli.

Uyarı: İlköğretim 8. sınıfta istatistik konusunda da aynı konu geçiyor ve orada da bu konu yalnız alt grupta ve üst grupta tek eleman olan veri grupları için örneklenmiş diğeri atlanmıştır.




12 Haziran 2008 Perşembe

Sınavlı Sistemlerle Öğrencilerimize İyilik mi Yapıyoruz Kötülük mü?


Okullarda eğitim öğretim işimizi yaparken esas hedefimiz , düşünen yorum yapan , okuduğunu doğru anlayan bireyler yetiştirmektir.

Öğrencilerimizin , sınavları esas amaç haline getirmeden önceki yıllarda bu amaca ulaşmak için daha somut bir ilerleme kayıt ediyorduk. 1965-1974 lü yıllarda öğrenciler daha iyi okuyorlardı tartışıyorlardı . Bence daha sağlıklı bir gelişme vardı.

Sonraki yıllarda Anadolu Liselerine hazırlık ve sonrası okulların Üniversite sınavlarına hazırlık derken birde baktık ki eğitimin yönü değişti.

Yani biz sağlıklı kişilikler yetiştirmek amacından saptık, sınavı kazanmak amaç olan bir uğraşı içine girdik.

Bu gün yine bir dershanede öğretmenlik ( Matematik Öğretmenliği) yapıyorum ve işim ; öğrencileri, sınavda daha çok net soruyu nasıl çıkarabilir? Bu konuda kafa yormak.

Ders işlerken öğrencilere bilimsel düşünceye ne kadar da vermeye çalışsam , ne yazık ki öğrencinin pek te hoş olmayan bakışları ile karşılaşıyorum. Yani öğrenci benden bu soruyu kısaca pratik olarak nasıl çöze bilirim bunun yolunu istiyor.

Yani ben dersimi öğretirken Matematik dersi öğretiminin öğrenciye vereceği kazanımlara doğru yürümek istesem de öğrencinin istemi bu değil.

Bunun için artık öğretim amacından sapmıştır.

Eğitim olayı hiç yok demek daha doğrudur. Özellikle dershanelerde ticari bir organizasyon olduğu için öğrenci “yalakalığı” ( hoş bir sözcük olmasa da günlük konuşma ağzıyla çarpıcı olduğu için bunu kullandım.) yapılıyor. Amaç öğrenci hoşnut kalsın, istediği olsun mutlu olsun. öğretmenleri İlkeli bir davranış biçimi sergileyemiyor.

Hani o örnek kişilik, kültürlü, bilgili öğretmen tipi yerine daha çok yeni tip öğretmenler, piyasa öğretmeni öne sürülüyor. Ne yazık ki bu da ilk etapta ilgi görüyor.

Bu nedenle eğitim yönünden de öğrenciye bir şey sunulmuyor.

Bilinçli ailelerin kendi emek ve katkılarıyla öğrencilerde bir ilerleme olanlar da var. Ancak bu çok özel bir durum. Azınlık. Sistemin kazanımları değil. Çoğunluk ne oluyor. Okullar bitse de istenilen bir kültür bilgi birikimine ulaşamıyor ve o özlenilen eğitilmiş kişilikli kuşaklar yetişmiyor.

Sonuçta bakıyoruz, Bu kadar okul açık bu kadar öğretmen var ve okullardan bu kadar öğrenci mezun oluyor fakat yetişen insanlarımızın davranışlarında nasıl bir değişiklik gözlüyoruz?...

Eski Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlarımızdan Sn Ziya Selçuk’un bir TV programında “ Biz öğrencilerimizi alıyoruz onları heder ediyoruz. Kazara bıçağın ağzından şans eseri kurtulanlar zaman zaman sivrilip bir yerlere geliyorlar.” cümlelerini kendim dinledim. Bakınız eğitim kurumunun en başında ki kişinin gözlemi bu ne kadar acı değil mi ?

Uzun sürede bu uygulamalar , yetişen kuşaklarımıza çok büyük zararlar veriyor. Bunu üniversite bitirmiş birçok gencimizle görüşüp tanıştıktan sonra daha iyi anlıyoruz. Bir zaman bu çocuklar üniversiteye girsinler de orada kendilerini toparlarlar diye düşünmüştüm ; ancak zamanla gördüm ki hayır. Üniversite bu eksikliği kapatamıyor. Aksine, sözünü ettiğimiz eğitimi almadan üniversiteye giden de oradan alabileceğini alamıyor.

Bunun için en kısa zamanda ülkemizin çıkarı için geleceğimizi kurtarmak için bu uygulamalardan bir an önce kurtulmalıyız.

Bu sınav sistemlerinden ( OKS, SBS, ÖSS…) kurtularak gerçekten kişilikli vatandaşlar yetiştirebilmek için , yeni uygulamalara girmeliyiz.

1 Mayıs 2008 Perşembe

Kibarlık Nedir? Kabalık Nedir?

Sorun yeni değil, eski bir konu. İnsanlar bazı insanları “ Ne kadar kibar”, veya “çok kaba” gibi sıfatlarla nitelendirirler. İnsanların bir çoğu da öyle olmadıkları halde kendilerini kibar göstermeye çalışırlar. Bu türden insanların gidip geldikleri yerlere gidip gelirler, onlar gibi giyinmeye, yiyip içmeye özenirler böylece kibar olduklarını ya da olacaklarını var sayarlar.

Kabalık da keza böyle bir şey. Bu türden davranışların bir güç gösterisi olduğunu kabul edenler de vardır. Ya da “insanlar, ancak bu dilden anlarlar” diye düşünürler .

Kibarlık uzun sürede elde edilen bir erdemdir. Bunu kısa sürede zeka ve yeteneği ile kavrayabilenler de var. Ancak çoğu zaman birkaç nesli içine alan bir davranış biçimidir. Aileden, yetiştiği çevreden davranışlarının bir çoğunu alırlar, nasıl görürlerse öyle davranırlar.

Davranışları ve kültürü; yemesi, içmesi konuşma tarzı ve üslubu, giyinmesi tüm bunlar o kişinin niteliğini oluşturur . Doğal olarak kişinin kibar mı kaba mı olduğunu bu davranışlarından anlarız.

Bazıları kibar görünmek için, pahalı yerlerde yemek yemek, pahalı giysiler giymek, takılar takmak gibi özenti davranışlarla bunu becermeye çalışsa da bunlar o kişilerin üzerinde emanet giysi gibi sırıtır. Bunun için bir şeyi özümsemek , içine sindirmek gerekir. Bu da zamanla olabilecek bir şeydir.

Doğal olarak çevremizde tanıdığımız kibar insanlar böyle yetişir. Örnek mi : Erdal İnönü

Kaba olmak ise yine aynı bakış açısından baktığımızda, davranışlarında kendisini gösterir. Bu sınıfsal, köylülük şehirlilikle ilgisi yoktur. Nice şehirliler vardır. Kibarlıkta köylülerin eline su dökemez. Konuşma tarzını bilmemek, kırıcı olmak bir kabalık gösterisidir. Birisini eleştirmek için kaba olmaya gerek yoktur, usulüyle, yoluyla yordamıyla öyle söz söylenir ki ne yenir ne yutulur cinsten sözdür. ( Anlayana!...) Ama kaba birisine onun anlayacağı dilden konuşmak, onun gibi kaba olmak da kibar birisine yakışmaz. Bir suskunluk bir bakış ezer bence. Bu da anlayana…

İnsanların özel arkadaş ortamlarında, ya da yakın bulunduğu insanlarla oldukları ortamlarda zaman zaman daha rahat davrandıkları bu nedenle de söz ve davranışlarında kontrolsüz oldukları anlar da olabilir. Bu o insanların genel karakterini etkilemez.

Şimdi kaba birisi bir kaşık isterken “ Şu kaşığı rica edebilir miyim ?” derse bu kişi kibar mı olacak? Ya da kibar birisi bir arkadaşına “ Şu kitabı versene” derse ( ilk kez tanıştığı birisi değil dikkat!) bu zatı muhterem, kabalaşmış mı olur?

Sonuç olarak insanları kibar veya kaba diye ayırmak elbette ki kişilerin doğal hakkıdır ancak önce kibarlık nedir ? Kabalık nedir? Ben neredeyim diye düşünmekte fayda vardır.

15 Nisan 2008 Salı

Sınava Bir Ay Kala

Sınava bir ay kala ne yapmalıyız. Nasıl bir çalışma yöntemi uygulamalıyız.
Eksiğimiz var mı ? Nasıl bunu tesbit edebiliriz. Kalan eksiklerimizi nasıl gideririz?.
sınavda soru çıkmayacak konular varmı ? son değişiklikler nelerdir?
Hepsi bu sayfada...
Telaşlanmayınız.